Hüsnükabul'de, dünya genelinde yaşanan mülteci sorunlarına, sınırların ötesindeki insan hakları ihlallerine ve bu bağlamda ortaya çıkan duvar inşaatlarına odaklanıyoruz. Özellikle Mısır'ın Gazze sınırındaki duvar inşaatını ve bu durumun Filistinliler üzerindeki etkilerini ele alıyoruz.
Waseem Ahmad Siddiqui: Merhaba Özdeş, merhaba Ferhat hocam herkese günaydın, selamlar.
Ferhat Kentel: Bu arada bu habire aklıma gelip duruyor. Şu “hocam”, Ferhat hocam meselesini değiştirelim Waseem, hepimiz birbirimizin hocasıyız zaten. Ben burada tam bir öğrenci kıvamındayım. Dünya hakkında farkındalığım arttı. Senin sayende mülteciler hakkındaki farkındalığım arttı. Dostluk bu. Hocalığı eşit bir şekilde dağıtalım ve hep beraber kaldıralım istersen.
W.A.S: Ne demek, şimdi bu biraz farklı oldu tabii, benim için biraz zor olacak ama neyse artık bundan sonra ve bu yayından itibaren birbirimize ismiyle çağıracağız. Ferhat diyeceğim. Bakalım deneyeceğim.
F.K: Bu ilk yayında sınav yaparız aramızda, başarırsın.
W.A.S: Şimdi, gerçi, nereden başlayacağımızla ilgili her seferinde gerçekten daha da zorlanıyoruz artık. Bu devam eden bir insanlık ölümü: bir insanın “özgür Filistin, özgür Filistin” diye kendini yakması, ekmek dediğimiz şeyin hayale dönüşmesi, çocukların ekmek gibi bir şeyi rüyada görmesi, insanlıktan utanılan tuhaf bir zamandan geçiyoruz gibi hissediyorum. Riyakârlığın da son derece dibe vurduğu bir zamana tanık oluyoruz.
Geçtiğimiz hafta, 15 Ağustos Perşembe günü Gazze sınırından Maxar Technologies tarafından çekilen uydu görüntüleri yayınlandı. Bilmiyorum, görüntüleri gördünüz mu? Bu arada Maxar Technologies, merkezi Westminster, Colorado, Amerika Birleşik Devletleri'nde bulunan, iletişim, Dünya gözlemi ve ilgili hizmetler üretiminde uzmanlaşmış bir uzay teknolojisi şirketidir. Bunun altını çizmek istedim.
Gazze sınırının yaklaşık 3,5 kilometre (2 mil) batısında Şeyh Zuweid-Rafah Yolu üzerinde bulunan duvarda devam eden inşaatları gösteriyor. Görüntülerde yol boyunca vinçler, kamyonlar ve prefabrik beton bariyerlerin kurulduğu görülüyor. Görüntüleri gördünüz herhalde Ferhat, değil mi?
F.K: Gördüm, evet. Bayağı uzay testi gibi şey yapılıyor sanki. Bilim kurgu filmlerinden çıkma bir takım bir şeylere benziyor.
W.A.S: Burada, bunun altını herhalde Ferhat çizecek yine. İsrail’in Gazze’ye saldırısıyla başlayan ve Filistin topraklarında sağ kalabilen insanların korkunç göçünün yanı sıra Filistin topraklarını da aşan bir insanlık trajedisi yaşanacak ve Mısır’ın ördüğü duvar bu yeni utancın işareti olacak.
F.K: Evet, çünkü bir duvar örüyorsunuz bu duvar zaten artık sadece Mısır'ın falan meselesi değil. Az önce Açık Gazete'de konuşurken de işte sözü geçti. Kuzey, Batı ya da işte öbür tarafta Doğu ya da Güney dediğimiz dünyalar arasında ya da bu illa fiziksel coğrafya olmak zorunda değil, farklı nüfus gruplarının toplumlarda egemen olan etnik, dinsel veya işte neyse bir takım sosyoekonomik kesimlerin kendilerine göre siyah gördükleri, öteki diye gördükleri insanlar arasında duvarlar örüp duruyorlar. Bu duvarlar tabii ki İsrail'in Filistin'e, Amerika’nın Meksika’ya, işte Türkiye'nin Suriye'ye. Daha bir sürü yerde muhtemel tonlarca duvar var. Bu tür duvarların yanı sıra bir de zihinsel duvarlar da örülüyor öteki taraftakiler, böcek, örümcek, hamam böceği gibi birtakım sıfatlarla tanımlanıp onlara karşı her türlü şey yapıyorsunuz.
Dolaysıyla utanç öyle bir utanç gibi sadece mısırın örmekte olduğu bir utanç duvarı değil, utanç duvarı deyince tabii ki aklıma hemen Berlin duvarı geldi. Doğu Berlin ile Batı Berlin arasındaki adı utanç duvarıydı. Dünyayı gerçekten utanç duvarlarıyla ördü insanlık. Bir gün yıkılması umuduyla.
W.A.S: Benim çok yakından dert edindiğim bu mekânsal ve zamansal mesele. Aslında bu mekânsal olarak örülen duvarda ayrı bir nokta var: o çok hassas bir acının odağı, diyebiliriz. Yani o aslında zamanı, o duyguları da ayırıyor orada. Şimdi bu uydu görüntülerinin ayrıntılarına geçeceğiz ama öncesinde isterseniz şu Göç İdaresi’nin 17 Şubat 2 hafta önce gece saat 23:00’te yaptığı Geri Gönderme Merkezleri'ndeki insanlık dışı ortamda ilgili haberlerin yanlış ve yanıltıcı olduğu yönündeki yanıtı ile ilgili tekrar ele alalım, bu basın açıklamasının özellikle gece saat 23:00’te de olduğunu tekrar altını çizmek istiyorum. Burada yine bir Ferhat'a söz vereyim çünkü bu basın açıklamasına karşı yine bir yanıt var. Sığınmacı Hakları Platformu gibi sivil toplum kuruluşları bir araya geldi ve kısa bir basın açıklaması yaptılar.
F.K: Ben değineyim ona, aslında geçen hafta Mazlum Der'de yapılan bir toplantıydı. Gene farklı sivil toplum örgütlerini bir araya geldiği bir basın açıklamasıydı. Sonra da işte bu yeni yeni Medipol Üniversitesi Akdeniz Araştırma Merkezi tarafından düzenlenen bir toplantıda gene Türkiyeli ve Suriyeli STK temsilcileri bir araya geldiler.
Siz yukarıdan bir parmak sallayabilirsiniz, fırça atabilirsiniz, benim dediğim dışına çıkamazsınız gibi hakikat bendedir gibi şeyler dersiniz ama hakikat çok daha karmaşık ve sadece seni yukarıdan vaadettiğin gibi şey olmayabilir. Bu toplantıda da hem göçmenler üzerindeki işte baskıların nasıl arttığını keyfi gözetim altına almalar, iş bulamayan göçmenlerin yer değiştirdikleri zaman başlarına gelenler o imza atma zorunlukları. Ayrıca Esed bölgesine Türkiye'den ayrılıp şeyin Beşir Esed’in hakim olduğu bölgelere dönüş yapan Suriyelilere yönelik şiddet, tecavüz, öldürme vakaları, bu Geri Gönderme Merkez adı altında zorla imzalatılan evraklar, avukatların iletişim kuramamaları, Geri Gönderme Merkezleri'ndeki küçük yataklarda binlerce kişinin kalması...
Ve tabii bu arada şunu da söylemeden geçemeyeyim, iktidar partisi genellikle bunu kamufle ediyor. Ensar muhacir duygusu bir yerde meşrutiyetini koruyor ama muhalefet partileri bu konuda tabii daha rahatlar. Onlar çok daha rahat ırkçılık yapabiliyorlar. Mesela işte Artı Gerçek'in bir haberinde gördük, iddialara göre CHP’nin Mamak adayı, Gündüz Şahin, seçim çalışmaları sırasında rastladığı 3 mülteci çocuğu açıkça ırkçı söylemler hedef alıyor, çocuklar işaret ediyor. Şimdi gözünüzün önüne getirin, adam propaganda yapıyor, çocuklar işaret ediyor. Bunlar büyüdüğü zaman büyük sorun olur diyor. Küçücük çocuklar bu parmak işaretine maruz kalıyorlar. Diyor ki, gönderirim ben bunları. Bu ifadeleri siz de çocuk olarak duyuyorsunuz.
Yani iki-üç tane küçük çocuk, bir tane kravatlı insan geliyor, politika yapıyor ve etraflarını bir grup var. O üç çocuğun dışarı gönderileceğine dair bir küçük kampanya bu aslında. O çocukların yaşayacaklarını hayal etmeye çalışın, bütün bu sorunlar bu toplantıda dile getirildi. Arkadan da önemli olan şu, sadece sorun dile getirmekle kalmadı, çözüm önerildi. Bir defa, şu insan hakları denen şey sadece vatandaşlar için değil! Resmi kaydı olan, bir ülkede kimlik kartı olanlar için değil, bütün insanları uygulanması gereken bir şey. Ve bu hukuka uygun olarak yürütülmelidir. Bütün süreçler şeffaf olmalıdır, bilgi verilmelidir. Hem avukat hem aileye diğer ilgili bütün şahıslara gözetim şartları ve en ideal şekilde tekrar sağlanmalı olur. Onlar nasılsa göçmen zaten, onlar zaten yarım, atık insanlar demek gibi bir lüksünüz yok. Onlar insan. Onlar hakkında iddialar titizlikle soruşturmalıdır. Suç işleyen varsa onlara gerekli cezalar verilmelidir. Yani gene her seferinde şunu demek gerekiyor, o insanlar, insan. Sıfatı statüsü ne olursa olsun, senden benden farklı insanlar değil. Onlara böcek muamelesi yapamazsınız.
Bu imza yükümlülüğü meselesi var insanların dolaşımını engelleyen. İnsanların her gün işsiz biçimde, bir yerlerde sabahtan akşama kadar sokaklarda yürüyen birtakım yaratıklar hâline dönüşmesini engellemek üzere onların imza yükümlülüğünü gevşetilmesi öneriliyor örneğin. Şöyle bir şey var; düzenli göçmenler var. Bunları da düzensiz hale getirilmek gibi birtakım pratikler söz konusu. Yani siz düzenli göçmensiniz, kağıtlarınız var yanınızda ama baskılar sonunda sizi düzensiz hale getiren politikalar var. Bunların gerçekten değiştirilmesi gerekiyor. Bu tür denetimlerde STK’ların da sürece dahil edilmesi sağlanmalı. İkamet ve çalışma izni başvurularını değerlendirme süreçleri, hukuki denetimin yapılmasına imkan verecek şekilde yapılmalı. Son olarak, geri dönüş adı altında zorla göndermelere son verilmeli. Geri gönderme yasağına katı bir şekilde riayet edilmeli.
W.A.S: Burada hakikaten görünmeyen bir gerçeklik var. bu özellikle kelimelerle anlatılan bu kelime, kelime anlatılan bu metin aslında özellikle göç idaresinin metini bir şey söylüyor ama orada onun arkasında bu görünmeyen gerçeklik aslında bir kapitalizm gerçeklik de bir tur gösteriyor. O aslında görünmeyen yer yani aslında, gözükmüyor ve görülmemesinin arkasında bir parmak sallanıyor aslında ve burada bu parmak sallanması ile ilgili özellikle bugün yine akımda bir isim geliyor: Partha Chatterjee.
Chatterjee'nin "siyasi toplum, yarı sömürgecilik (quasi-colonialism)" ifadesinden bahsetmek istiyorum Partha Chatterjee bildiğiniz üzere, Hintli bir postkolonyal yazar ve düşünür. Madun Çalışmalar Grubu, (Subaltern Studies Group) diye geçiyor. Subaltern kavramı aslında Gramsci’den anlınmış, bir kavram. Sub-altern yani bir alternatif bir şeyin altındakiler, “aşağıdakiler” gibi bir anlama geliyor. Hapishanedeyken, Hapishane Notları'nda yazıyor. Hindistan’da, 1970lerde özellikle oryantalizm kitabından sonra tarih yazım ile ilgili ciddi kriz yaşıyordu, ve bu sefer ulus tarih yazımı ve Marksist tarih yazımını tersine çeviren -Edward Thompsan'ın dediği şey (history from below) “Tarihi aşağıdan yazmak” durumu ele almışlardı. Cambridge Üniversitesinde başlayan ve daha sonra çeşitli eleştiriler ile direnmeye devam etmişti.
Burada özellikle, Partha Chatterjee, quasi colonialism, political society- siyasi toplum”dan bahsederken şöyle diyor:
“Yukarıda bir yerlerde parmaklarını sallayan bir dil var, dikkat edin, fazla ses çıkartmayın. Huzursuzluk yaratmayın diye bir parmak sallanıyor” diyor. Daha sonra Partha Chatterjee, W.E.B Dubois, Ganalı bir sosyolog: quasi (yarı) sömürgelik ve bunun uluslar arasındaki bağlantısına ilişkin tartışmasını da şöyle devam diyor:
“Burada en klişe dolu, bir kategori var ki o da Avrupa ve Kuzey Amerika'ya yeni göç ile söz konusu: Burada İspanya, Türkiye, Yunanistan ve Ortadoğu: artık onların durumunda 2yabancı’ kategorisi çok doğal bir şekilde uygulanabiliyor ve insanlar şöyle diyebilyor gündelik hayatında. Tabi bu gündelik hayatında insanların suçu yok ama böyle doğal bir ifadeyle karşılayabiliyoruz. O ifadede şu:
Bu yabancıları bizden uzak tutun.
Veya bu yabancılar zaten içeridelerse: Onları dışarı çıkartın.”
Böyle net ifadeler, böyle bir kemikleşmiş dil. Bu kategori, sömürgecilik sonrası okumasında Partha Chatterjee için oldukça farklıdır. Belki ileride soracağımız soru şudur; "Yarı (quasi) sömürgecilik" göz önüne alındığında, bu tip halk grubu ile "siyasi toplum" arasında bir ilişki var mıdır diye soru sorulabilir. Ne dersin Ferhat?
F.K: Şimdi tabii bu sömürgecilik ve göçmen, mülteci, vatandaşlar, vatandaş olmayanlar, siyasi topluma girmek girememek, siyasi toplumun dışında kalmak gibi bütün bu ayrımlar gerçekten çok uzun uzun bir süre yere çekilebilir ama ben şurada şu geçiyor, kafamdan bir ulus devletin zaten sürekli yapmak zorunda olduğu bir şey var. O devlet altında yaşayan vatandaşlara sürekli yeniden üretmek zorunda. Onun rızasını almak zorunda. Yani bu en azından teorik olarak bu böyle işte, yoksa işte tutamazsınız. O bu kapitalizm için gereklidir, siyaseti yürütmek için gereklidir. Vatandaşlar en azından beş senede bir devir, düşünerek oy vermelidir bunlar o bütünlüğün sağlanması için gerekli. Tabii ki herkes aynı dili öğrenmelidir. Farklı diller hafif hoş görülebilir ama çok da fazla öyle ortalık karıştırmamalıdır.
O diller, ortalama ulus devletin inşasında hep var. En önemlisi belki sınırları oluşturuyorsunuz. Ulus devletleri, yani içerisi dışarısı bizimkiler ötekiler. Dolayısıyla bu öğrenme süreci de zorla ya da güzellikle olur değil mi yani işte bir otoriteyle bunu yaparsınız. Doğruyu gösterirsiniz, parmağı sallayan bir otorite parmağı saklayarak da yapabilirim. Çok doğrudan da göstererek yapabilir. Kimdir bu işte? Bizzat devletin kendisi, Milli Eğitim bakanlıkları, okullar, öğretmenler, patronlar, medya patronları vesaire bunlar parmağı taşıyan birtakım aktörlerdir. Vatandaş da bu sınırlar meselesini, ötekini, berikini, bizi başkalarını sürekli öğrenmek zorunda. Nesilden nesile de bunu içselleştirmek zorunda galiba bu içselleştirme dur dur olayı.
Bunu hissetmek, bunun doğallaştırılması galiba. Devletin en büyük başarısıdır zaten. Dolaysıyla hep yabancılar görmek zorunda insanlar içeride veya dışarıda bunlar tabii ki günümüz dünyasında mülteciler en somut örnekler bunlar Israil için tabii ki Filistinliler vahşi hayvansı yaratıklar, o İsrailliler. Dolayısıyla bu sıradan ulus devletin inşa ettiği vatandaşlar da bu yabancılar karşısında sürekli teyakkuzda olmalı yani işte. Nasıl diyeyim bu burada? Dolayısıyla Türkiye'nin devleti ya da vatandaşların ortalama sağcı işte bu mülteciler nefret eden CHP’li de olsa AKP’li de olsa fark etmiyor. Bu anlamda sağcı bir ortalama vatandaşlığın, mülteciler konusunda işte eğer tırnak içinde iyi yetiştirilmişse, iyi duyguları inşa edilmişse Mısır devleti ya da işte bilmem İsrail devletinin ya da işte alman devletinin çok da farklı olmadığını söyleyebiliriz.
W.A.S: Tam da burada bu uydu görüntülere geri dönelim isterseniz. Özellikle bu Londra merkezli Sina İnsan Hakları Vakfı'nın 12 Şubat'ta yayınladığı videodaki özelliklere karşılık geliyor. Bu videoda yol boyunca beton duvarları kaldıran bir vinç görülüyor. Vakıf inşaatın kitlesel göç durumunda Filistinli mültecilerin kabulüne hazırlık amacıyla Gazze Şeridi sınırlarını yakın yüksek güvenlikli, kapalı ve izole bir alan yaratmayı amaçladığını söyledi.
Ö.Ö: Güvenlik kimin içinmiş orada? O yüksek güvenliğe ihtiyaç duyanlar kim?
W.A.S: Kim olabilir?
Ö.Ö: Göçmenlerin olmadığı kesin yani.
W.A.S: Evet, yani aslında burada inanılmaz bir “utanç” var. Hemen biraz sonra gireceğiz konya, utan, utan utan, diye. Shahidul Alam, Bengaladeşli, bir aktivist, fotoğrafçı, peş peşe, mektuba benzer bir metni paylaşıyor. Ona gireceğiz. Ama bunu kısaca yine söyleyeyim The Wall Street Journal, ismi açıklanmayan Mısırlı yetkililerden alıntı yaparak, 100.000'den fazla insanı barındırabilecek "8 mil karelik (20 kilometrekarelik) duvarlarla çevrili bir alanın" inşa edildiğini açıkladı.
F.K: 20 kilometrekarelik bir alan.
W.A.S: Evet, 20 kilometrekarelik bir alan yani bayağı bir mekânsal alan inşa edilecek. Orada öyle bir tahayyül var. Geleceğe doğru müstakbel mülteciliğe doğru aslında o bizim yine tartışacağımız bir konu olacak. Böyle bir gelecek var aslında mekânsal olarak ama burada yine aslında bahsettiğim; Shahidul Alam Hindistanlı fotoğrafçı ve aktivist, bu duruma karşı şöyle ifadeler ediyor: Ey Müslüman liderler utanın, ey İslam ülkeler utanın.
“Utan Ürdün: Filistin'i alenen destekliyor ama gizlice İsrail'in, kalıcı olarak kara koridoru sağlayarak Husi ablukasını aşmasına yardım ediyor.
Utan Suudi Arabistan: Uluslararası Adalet Divanı'nda İsrail'i kınadı ama kara koridoru sağlayarak İsrail'in Husi blokajlarını atlatmasına gizlice yardım etti.
Utan Mısır: Filistin'i alenen destekliyor ama temelde İsrail'in fiili sınır muhafızı. 16 yıldır Gazze'de sürdürülen abluka, şimdi Gazze soykırımıyla iş birliği yapıyor.
Utan Birleşik Arap Emirlikleri: Filistin'i alenen destekliyor ama İsrail bağlantılı Kargo gemilerinin Abu Dabi'ye yanaşmasına izin vererek ve koridor sağlayarak İsrail'in Husi ablukasını aşmasına gizlice yardım ediyor.”
Utan, utan, utan diyor Shahidul Alam ama burada bir klişe de var. Burada sözü Ferhat'a vereceğim
F.K: Ya bu aslında tabii şimdi, Müslüman bir ülke, Müslümanlar mazlum olmuş, zulme uğramış insanlara yardım etmelidir diye bir kafamızda bir şey var. Yani evet, dolaysıyla yani komşumuza da yardım etmek zorundayız. Ama şöyle bir şey var, yani ben niye dünyanın öbür ucunda korkunç acılar çeken birtakım insanlar için empati yapmayayım ya da Sudan mesela niye bizim gündemimizde? Az önce Cengiz’le konuştuk bunu yani Sudan'da milyonlarca insanın ayağı söz konusu ve biz Filistin kadar hissetmiyoruz orayı orası çünkü uzakta orası. Böyle dinleri falan bir karışık. Daha böyle işte pagan falan böyle sanki kabile, çok geri kalmış bir yer.
Ö.Ö: Hatta Sudan bir de bir tür şeriat rejimi ile yönetiliyor. Ömer Elbeşir'in bir İslami bir yönü de vardı.
F.K: Dolaysıyla, demek ki bazı seçimler yapıyoruz, duygusal seçimler yapıyoruz aslında muhtemelen. Bunu kültürel tarihi falan işte ideolojik bir sürü sebebi var ama bence şu düşünmek lazım. Evet, bütün bu Shahidul Alam’ın Suudi Arabistan, Ürdün, mısır, Türkiye ile ülkelere utan derken aslında galiba utancı biraz daha yaymak lazım. Yani ey Batı demek lazım, mesela sadece biz bu bölgede yaşayanlar değil siz de utanmak zorundasınız gibi bir şey söylemek lazım galiba.
Ö.Ö: Bir hatırlatma yapayım. Ben bundan birkaç hafta önce Filistin İşçi Sendikaları Federasyonu'nun başkanıyla kısa bir mülakat yapmıştım. Ona sorduğumda işte dünyadaki diğer sendikalardan destek geliyor mu vesaire diye, evet demişti, en büyük desteği Batılı sendikalar veriyor. Sokaklar için özellikle İngiltere’de 100 binlerin sokağa çıktığını söylemişti. Ortadoğu ülkelerini saymadığı. En büyük destek batıdaki işçilerden, sendikalardan geliyor demiştin.
F.K: Burada bizim bu taraflarda devletlerin dilinde, hükümet temsilcilerin dilinde bol bol Filistin güzellemesi var. Ama dediğin gibi Londra'da sokağa çıkan insanlar 100 binleri buluyor. Ama Irak işgali sırasında benzer bir şey olmamış mıydı? Paris'te ve Londra’da hakikaten 100 binlerce insanlar sokağa çıkmıştı. Burada en fazla hükümet destekli bir takım, böyle taşımayla işte otobüslerle insanları, o şehirden bu aşağıda aktarıyorsunuz. Devlet politikasına üç aşağı beş yukarı uyumlu birtakım hareketler oluşturuyorsunuz. Dolayısıyla utanma meselesini çok daha yaygınlaştırmak, çeşitli aktörlere doğru teslim etmek gerekiyor.
W.A.S: Utançlık aslında inanılmaz komşu, en yakın komşudan tabii ki bir “bekleyen gözler” var. Onu artık “beklenti” demekten de karşılıyorum ama bu gözlerin bekliyor olması ya da artık bir şeylerin bir elin bekliyor olması bu destek çağrısı yine çok tuhaf geliyor kulağıma. Çünkü burada Mısırlı kadına aktivist Rahma Zein, "Bu Filistinliler sınırı geçerek Mısır'a doğru itilse ne olur?" sorusuna, şöyle yanıt veriyor:
“Filistinliler evlerini terk etmek istemiyor, bu kadar basit. Bu aslında pek çok Batılı siyasetçinin diğer Arap uluslarının neden bunları kabul etmediğini söylediklerini duymak bizim için çok sinir bozucu bir şey. Biz Filistinlileri aldık ama bu size bağlı değil. Ve şunu söyleyen sömürgeci zihniyet şu: Neden Filistinlileri almıyorsunuz? Siz kim oluyorsunuz da Filistinlilerin nereye gitmesi gerektiğini dikte ediyorsunuz? Birleşik Krallık da suç ortağıdır, ki bu aslında sessiz ve ironiktir, çünkü Britanya'nın Filistin'deki İngiliz mandası ile tüm bu saçmalığı başlattığı ve olup bitenler göz önüne alındığında. Ama durum böyle değil. Ve hatta bunu görmek bizim için son derece sinir bozucuydu. Yeter artık, siyasi örtüye yeter artık.”
F.K: Waseem küçük bir cümle bu mültecilik politikasında, Avrupa ve mesela Türkiye arasındaki ilişkilerde tam böyle değil mi? Ya sen tut orada müşteri ben sana para vereyim, parayla hallederiz bu işleri diyen bir şey yani senin orada kalsın o mülteciler daha bana doğru yaklaşmasınlar galiba işte utancın en önemli kısmı da buralarla bir yerde.
W.A.S: Bunun ile ilgili daha çok konuşmamız gerekiyor ama bugünkü yayınımızın sonuna geldik. Gelecek hafta yine çarşamba günü saat 09:30t’a görüşmek dileğiyle herkese çok teşekkürler.
F.K: Görüşmek üzere, çok sağol.
Ö.Ö: Görüşmek üzere.